ROPÖRTAJ/SÖYLEŞİ

Önceki hafta Ebediyete uğurlanan ve Sosyal Medyada BJK teknik Direktörü Şenol Güneş ile futbolcu Quaresma,TFF Genel Sekreter yardımcısı Mustafa Baltacı ve Rizesporlu Recep Niyaz’ın imzalarını taşıyan formaların hediye etmesi haberleri ile uzun süre fenomen olan Rahmetli Semih Can Sarı’nın dedesi fotoğraf duayeni ve gazeteci M.Şemsettin Sarı ile bir söyleşide bulunduk.

İşte söyleşi ve Semih Can’ın hayat biyografisinden bir kesit.

Semih Can 2001 yılı Rize’nin Çayeli ilçesinde doğdu (01.07.2001).İlköğrenimini Çayeli’nde Özel bir okulda okudu. Başarılı ve çok zeki bir çocuktu. Fanatik derecede  Beşiktaşlıydı. Ailenin büyük çocuğuydu. Çayeli’nde ikamet ediyordu. Hastalıkla 2010 yılı 10 Mart günü tanıştı.

- Hastalık sürecinden bahs eder misiniz?

Ben ve eşim o yıl Ümre ziyareti için Suudi Arabistana gitmiştik. Dönüş günü sabahı çocuk bizi saat 06’da Çayeli’nde karşıladı. Hiç bir hastalık belirtisi o güne kadar olmamıştı. Aynı gün aradan beş saat geçmişti. Saat 11’de okuldan aradılar. ’Çocuğun karnında şiddetli ağrı var’ diye. Rize’de Çocuk doktoruna götürdük. Muayene ve tomografi sonucu doktor; ’-Bu çocuğu derhal Ankara Hacettepe veya İstanbul Cerrahpaşaya götürmeniz gerekiyor’ dedi. Sebebini sorunca; 14 santim olması gereken karaciğer çapının 23 santim olduğunu, her an patlaya bileceğini bize söyledi.

- Hastalığın İstanbul ayağı nasıl şekillendi?

Ertesi günü yani 11 Mart 2010  günü Ümre kabullerine hiç başlamadan apar topar İstanbul Çapa’da Pediatrik Onkoloji Bölümü ile temasa geçtik. Cerrahpaşa Başhekimini referans gösterdik. Burada ön tetkiklerimiz iki buçuk ay sürdü. Tabir caiz ise iğneyle kuyu kazıyorduk. Bir kan tahlili sonucu için haftalarca beklediğimiz oluyordu. Canlıdan canlıya karaciğer organ nakli gerekiyordu. Babası oğlum Mustafa Sabri ve bendeniz ‘donör’ olarak bazı tetkiklerden geçtik. Verici olarak uygun bulunduk. Fakat çocuğun karaciğeri o kadar büyümüştü ki; karaciğere inen atar ve toplar damarın üzerine yatmıştı. Araya neşter girmeyeceği için nakil ameliyatı yapılamıyordu. Küçülmesi ihtimali üzerine düşük dozda ‘kemoterapi' vermeye başladılar. Nihayet bir santimlik bir  küçülme sonrası; nakil olabileceğine karar verildi.

- Nakil aşamasında neler yaşadınız?

İstanbul metropol bir şehir. Biz o kadar aşinası değiliz. Dünür Ali Fırıncı ve Semih Can’ın dayıları İstanbul’da ikamet ettiği için onlarda kalıyor, ev ile hastane arası onların araçlarıyla mekik dokuyorduk.

Çapa doktorları ‘Nakil' olabilmemiz için; nakil sırasına yazılmamız gerektiğini, ayda sadece iki hastaya nakil yapa bildiklerini ifade ettiler. Oysa doktorlar; karaciğerin patlaması halinde hastanın sekiz saat yaşayabileceğini söylüyorlardı. Bir yandan da 'hastanız elinizdeki saatlı bir bomba gibidir’ diyorlar idi. Öte yandan Türkiye’de nakil yapan diğer hastanelere de sıraya yazılabileceğimizi ifade ediyorlardı.

- Nakil için STK’lara danıştınız mı?

Bazı yönlendirmeler oldu tabii. Ancak sonuç itibarıyla zaman kaybetmeye vaktimiz yoktu. Bu girişimler bizim sorunumuza aspirin ve pansuman tedavisi gibi geliyordu. Ama moralimizi bozmadık.

- Nakil nasıl gerçekleşti?

Allah yolumuzu açtı. Şişli Memorial Hastanesinde organ nakli gerçekleşti. Kısaca bahsetmek gerekirse olay şöyle gelişti. Hastaneden nakil için görüşme talebinde bulunduk. Bizi ertesi güne randevu verdiler. Hastanede bizi hostesler karşılayıp hastane müdürüne götürdüler. Bekletilmeden derhal nakli yapacak olan ekibin baş hocasına götürüldük. Hoca bizden hastalığın seyrini dinledi. Akabinde bu nakli üç gün içinde yapabileceğini hastayı bir hafta üzerine taburcu edebileceğini söyledi. Ben ve oğlum; afalladık. Çünkü böyle hızlı bir süreç olamaz idi.

Prof.Dr.Münci Kalayoğlu benim tedirginliğimi anlayınca, yan odaya davet ederek; Amerika’da vukuatsız olarak yaptığı iki bin nakil münasebetiyle aldığı devlet şiltlerini ve kürsü brövesini bana göstererek güvenimi kazandı.

- Memorial’deki nakil ameliyat sürecinden biraz bahs eder misiniz?

Burada, tanışma faslından sonra; Çapa’da yapılan tetkiklerle yola çıkamayacaklarını, ayni tetkikleri bu hastanede yeniden yapacaklarını söylediler. Kabul ettik. Zemin kata inip ultrason, tomografi ve karaciğer testlerine tabi tutulduk. Ayni gün tekrar Prf.Dr.Münci Kalayoğlu’nun ofisine alındık. Burada plazma TV’de sonuçlar üzerine bize brifing verildi. Ardından ameliyat ekibiyle tanıştırıldık. Nakildeki ikinci profesörün Rize Derepazarı Fıçıcılar Mahallesinde Prof.Dr.Koray Acarlı olduğunu burada öğrenmiş olduk.  

Münci hoca hastayı istetti. Rahmetli Semih Can’ı kucağına alarak dizinin üzerine oturttu. Masasının üzerinde bir çocuk fotoğrafı vardı. Onu göstererek ’Bu benim torunum’ dedi. Semih’in yanağını okşayarak ‘sende artık bundan sonra benim bir torunumsun’ diyerek orada bulunan karaciğer maketini eline alarak ‘Semih işte senin hastalıklı organın bu. Onu alıp yerine yenisini takacağım’ dedi. Rahmetli Semih ‘Ne zaman hocam’ diye sordu. Hoca ‘Bir kaç gün içinde ‘diye cevapladı.

- Özel Hastane şarları sizi ekonomik açıdan zorlamadı mı?

Bu konuşma sonrası biz muhasebeye indik. Ancak bir gün önce Azerbaycan’dan gelen bir nakil hastası yakını, naklin 110 bin Avroya yapıldığını bize söylemişti. Hatta Azerbaycan’a giderek dairelerini sattıklarını ifade etmişlerdi.

Biz peşinat yatıracaktık. Muhasebe ofisi minicik bir yerdi. Üç kişi zor sığıyorduk. Hoş beşten sonra ben nakil için kaparo ödemeye geldiğimizi söyledim. Muhasebe müdürü ‘Sizin haberiniz yok galiba. Başbakanlık bir genelge yayınlayarak (A) sınıfı hastanelerin 15 gün öncesinden itibaren Organ nakli ameliyat ücretlerinin devlet tarafından ödeneceği açıklandı, sizin bilginiz  yok mu?’ demesiyle biz ilk sevincimizi burada yaşadık.

- Böyle bir sürpriz bekliyor muydunuz?

Hayır. Biz her türlü hazırlıklarımızı yapıyorduk. Nakil sabahı bizden alkol, ilaç kullanmamış ve hasta olmayan, kan verebilecek 10 kişi istediler. İstanbul gibi bir yerde bu kadar insanı bir arada nasıl bulabilirsin. Rabbim yardım etti. Bir talebe Yurdundan bu arkadaşları tedarik ettik. Nakil ekibi 9 kişilik bir doktor gurubundan oluşuyordu. Ameliyathanede; donör olarak oğlum Mustafa Sabri, ile nakil olacak küçük yavrum Semih Can bir arada bulunuyorlardı. Ameliyat 9 saat sürdü. Ameliyat sonrası Münci Hoca beni ofisine çağırıp alınan karaciğere ilişkin görüntüleri bana gösterdi. Gerçekten dehşete kapıldım. Çünkü karaciğer devasa bir soğanın içi gibi, katman katman çürümüş, sadece dış zarı kalmış idi.

Münci Hoca ‘Gözünüz aydın. Vücut karaciğeri tanıdı, kabullendi’ dedi. Ben ‘Hocam ne demek kabullendi. Zaten testlerde uyum sağlanmıştı’ dedim. O, Hayır öyle değil. Nakilden sonra hasta yarım saat kapatılmaz bu sürede; yüzlerce kılcal damar dikildiğinden, atardamarın açılmasıyla  iç kanama olabileceği gibi vücudun karaciğeri reddetmesi de olabilir. Biz Takılan karaciğerin bir salyangoz gibi sümüksü salgı vermesini bekleriz. Salgı verdiyse vücut kabullendi, vermediyse reddetti anlamına gelir. Böyle bir durumda da hastanın yaşayacağı süre sekiz saattir’ dedi.

- Hastanız ne kadar bir süre Memorial’de kaldı?

Anlaşmamızda; hastamızın üç gün yoğun bakım, dört gün de serviste kalma hakkı vardı. Bunun dışında oluşacak komplikasyonlar bize fatura edilecekti. Allah’a hamdolsun böyle bir durum olmadı. Ancak; akıllarda kalan bir baba oğul sevgisi görüntüsü vardı. O da; oğlum M.Sabri’nin yoğun bakım sonrası ilk gün hasta yatağından kalkarak yan odada yatan oğlunu ziyaret etmesi ve onun yanağını okşayarak teselli etmesiydi. Bu tablo görülmeye değerdi.

Taburcu olduktan sonra bir hafta on beş gün ve bir aylık tetkikleri sonrası olumsuz bir durumla karşılaşılmadığı için Rize’ye döndük.

- Semih Can gelişmeleri nasıl karşılıyordu?

Çok tevekkül sahibi bir çocuktu. Yaşına göre, hastaneden taburcu olduktan sonra; sanki ağır çileler çekmiş ve olgunluk yaşını aşmış bir insan profili çiziyordu. Bu hali bizi oldukça etkiliyordu. Düşüne biliyor musun göğüs kısmını mercedes amblemi gibi yarmışlar ve nakli o şekilde yapmışlardı. Oğlum Mustafa Sabri ise (L) şeklinde kesilmişti.

Doktorlar Semih için ‘Artık buna hasta muamelesi yapmayın. Okuluna devam ede bilir’ diyorlardı

- Bundan sonra okulla ilişkileri nasıl şekillendi.?

Zaten özel okulda okuyordu. Öğretmenlerine ve okul idaresine bilgi vererek arkadaşlarınıdan biraz tecrit ettirdik. Sınıflarda öğrenci sayısı normal okullara göre daha az olduğundan dolayı  okula devam etmesi pek fazla risk taşımıyordu. Fakat çocuk bir türlü yaşına göre kilo alamıyordu. Ayda bir İstanbul’a kontrole gidiyordu. Her kontrol sonrası karaciğer enzimleri normal çıkıyordu. Düzenli olarak her gün ilaç kullanıyordu. Çünkü vücuda takılan karaciğeri diğer organlar düşman olarak görüyordu.

- Alınan karaciğerin patolojisi nasıl idi?

Gerçekten bizi üzen bir sonuçtu. Kötü huylu, inatçı ve doğurgan bir yapıya sahipti. Adeta ilaçlara kafa tutuyordu! Nakil sonrası aradan 10 ay gibi bir zaman geçti Semih Can’ın yüz renginde bir yeşillenme belirdi. Yeniden acil olarak Memorial’e götürdük. Kan değerinin çok düşük olduğu, bağışıklık değerinin sıfır olduğu yapılan tetkiklerle anlaşıldı. Bir gecelik tedavi sonrası Cerrahpaşa Hastanesinden ücretli olarak getirttiğimiz Pediatrik Onkoloji ve Hematoloji Profesörünün önerisi üzerine hastamızı Cerrahpaşa Hastanesi Çocuk Onkoloji Servisine naklettik. Çocuğun yükselen ateşi burada 18 gün düşürülemedi. Ve netice itibarıyla testisleri portakal büyüklüğüne gelen çocuğa en üst düzey kemoterapi uygulanarak ateşi kontrol altına alındı. Hastamız 6 ay burada kaldı. Hem bağışıklığı düşüyor, vücut kan yapmıyor hemde kortizon alıyordu. Hemen her gün İstanbul'da trombosit ve kan arayışı içine giriyorduk.

- Akciğere sıçraması nasıl farkedildi?

Semih’e gözümüz gibi bakıyor Filoterapisel ilaç da kullanıyorduk. Cerrahpaşa’da yapılan tedavi sonrası Rize’ye dönüldü. Ancak burada bize Akciğerinde nodül olduğu, sayılarının 7 ve üzerinde saptandığı  söylendi. Artık akciğer tedavisi için Türkiye’de bu konuya hakim hastane aramaya başladık. Ticaretle uğraştığımızdan bir çok insan farklı önerilerde bulunuyordu. Oğlumun liseden arkadaşı olan Zeynep hanımın beyi Dr Necip Altundaş Başkent Üniversitesinde doktordu. Zeynep hanım Semih’in oluşturulan Onkolojik dosyasının verilmesi halinde eşi aracılığıyla Başken Üniversitesi Pediatrik Onkoloji Bölümü Kürsü Başkanı Prof.Dr.Faik Sarıalioğlu’na incelettire bileceğini söylemesi sonrası dosya Ankara’ya ulaştırıldı. Hoca dosyaya baktıktan sonra çocuğu mutlaka görmesi gerektiğini belirtti.

Semih babası ve annesi tarafından Ankara’ya götürüldü. Benim Dayıoğlu Kadir Furuncu tetkiklerin sürdüğü günlerde onlara ev sahipliği yaptı, aile bireyleri ise moral ve motivasyon sağladı. Netice itibarıyla Akciğerlerinden kesin ameliyat yapılması gerektiği sonucuna varıldı.

- Akciğer ameliyatı basit bir ameliyat değil. Tereddüt etmeden bu ameliyatın yapılmasına nasıl karar verdiniz?

 Biz hastalığını ‘Nüks’ niteliği taşıdığını bildiğimizden çok hızlı hareket etmemiz gerektiği kanaatını taşıyorduk. Bu neden ile aile meclisinde  konuyu görüşerek hemen ameliyat yapılması yönünde görüş birliğine vardık.

- Bildiğimiz kadarıyla Başkent Üniversitesinin bir çok ilde değişik branşlarda hizmet veren Hastaneleri var. Siz nerede ameliyat oldunuz?

Ankara’da teşhis konulduktan sonra, ameliyat için Başkent Üniversitesinin Adana’daki Pediatrik Onkoloji Hastanesinde ameliyat ve tedavi olacağımız ifade edilince Ameliyat için Adana’ya gidildi. Orada uzun süre kalınacağı için Otel şartlarında bu süreç atlatılamayacağından Hastaneye yakın eşyalı bir daire kiraladık.

Burada sağ lob Akciğer ameliyatı başarılı bir şekilde gerçekleştirildi. Altı aylık bir tedavi süreci sonrası Semih Can Rize’ye döndü. Kanserin vücuttaki etkinlik derecesini gösteren (AFP) değerini 15 günlük periyotlarda Trabzon’da Farabide kan tahlili yaptırarak  baktırıyor, hayata yeniden tutunmanın sevincini yaşıyorduk.

Bir yıl sonra hastalığın akciğer sol loba da sıçradığını öğrenince tereddüt etmeden hemen üçüncü ameliyatını yine Adana’da yaptırdık. Yavrumuz ilk akciğer ameliyatından sonra bu ameliyatı daha kolay atlatarak bir ay içinde Rize’ye döndü.

- Siz Onkolojik olarak ifade ettiğiniz hastalıkla ilgili Semih Can’a kanser hastası olduğunu açıkça söylediniz mi?

Kesinlikle hayır. Aile fertlerimizden ve yakın çevremizden hiç bir kimse Semih Can’a hastalığının içeriğiyle ilgili bir açıklama yapmadı. Ancak iletişim araç gereçleriyle rahmetlinin yakın bir arkadaşlığı vardı. Nakil sonrası I pet, akciğer ameliyatı dönemlerinde Laptop bilgisayar, dördüncü ameliyatı ve sonrasında I Phone telefonu ile iletişimin zirvesini, yaşamının bir parçası haline getirmişti. Bu nedenle doktorların ve hasta bakıcılarının kullandığı tıbbi terimlerin ne anlama geldiği bilgisine ulaşması o kadar zor bir şey değildi. Her şeye bir tık ile ulaşa biliyordu.

- Ameliyatlar arası geçen birer yıllık sürelerde sosyal yaşantısı ve aktiviteleri nelerdi?

Yaşı küçüktü ama çok yönlü aktiviteleri vardı. Yılın altı ayını hastane yataklarında geçirdiğinden; burada geçirdiği zaman ile ilgili günlük çalışma takvimi vardı.

Bilgisayar ortamında kara kalem çalışmaları yapardı. Top oynamayı severdi. Sosyal medyayı çok iyi kullanıyordu. Elit düşünür ve elit yaşamayı severdi. Çok zekiydi. İnsanın yüz mimiklerinden o kişinin kendisi hakkında ne düşündüğünün anlamını çıkartırdı.

Aile bireyleriyle bir arada toplu yaşamayı, toplu piknik yapmayı çok severdi. Ayda bir aileler arasında yapılan toplantıların muntazaman yapılmasından büyük mutluluk duyardı.

- İlköğretimden sonra eğitim süreci nasıl gelişti?

Biz kendisinden bir beklenti içinde değildik. Ancak Milli Eğitim Müdürlüğünün evde eğitim kapsamında Orta öğrenimini evde aldı. Lise kısmı için açıköğretime kaydını yaptırdı. Fakat hastalığının aralıksız devam etmesi nedeniyle bu kısmını sürdüremedi. Hep iyi olacağım ümidiyle yaşardı. Hiç ümitsiz değildi. Baba annesiyle dertleşmeyi ve hasbıhali çok severdi. Çok iyi tatlı açar, kıymalı börek ve yemek yapmaya eşlik etmeyi severdi.

- Üçüncü akciğer ameliyatı nası gelişti?

Ameliyatlar arasında bir yıllık bir süre geçiyordu. Hastalık vücudun farklı bölgelerine yayılma istidadı gösteriyordu. Akciğer sol lobunda lezyon belirtilerinin artması sonucu  yine ameliyata karar verdik. Adana’yi mesken tutmuştuk. Yine Adana’ya gidildi. Ameliyat sonrası bir hafta üzerine  Rize’ye dönüldü. Her gidişinde latife olarak ‘Semih şu parayı al. Adana’da ciğer ve şiş kebap yersin.’ diye söylerdim. O ‘Dede hem Adana’dan,hem de şiş kebaptan bıktım. Hastane lafı olunca midem bulanıyor.’ derdi.

Hakikaten ;hastane, damar yolu, kan tahlili, tomografi, pet, ultrason, trombosit, kan transferi, AFP gibi tıbbı terimleri duyunca büyük tepki gösteriyordu. Kolları iğne sokulmaktan nasırlaşmıştı. Nitekim son 15 gün damar yolu bulunamadığından boğaz kısmına ‘katatel’ takılmıştı. Oradan serum, ağrı kesici, insülin ve mama destekleri veriliyordu.

- Üçüncü akciğer ameliyatından sonraki sürece biraz değinir misiniz?

Gözümüz hep Semih’in üzerindeydi. Çocukta Omurga yamulması ve ağrılar baş gösterdi. Bu nedenle Adana’ya gittik. Omurgasına sıçrayan hastalık için burada ilk önce 10 seans ışın tedavisi aldı, ancak; tam netice alınamayınca bir 10 seans daha ışın verildi. Bu esnada çocuğa çok yüklenildiğinden çocuk komaya girdi. Beyinde geçici oksijensizlik belirdi. Hemen yoğun bakıma yatırıldı. Bizde ailece apar topar Trabzon-İstanbul-Adana hattını takip ederek Adana’ya gittik. Şükür bu süreç fazla sürmedi. Bir gün üzerine düzelerek normal servise alındı. Trabzon Of’lu olan Hocamız Prof.Dr.Faik Sarıalioğlu hastalığın artık ‘Terminal’ evresine girmiştir.’-Bundan böyle hastayı Adana’ya getirerek yormanıza gerek yok.’ demesiyle biz adeta yıkılmıştık.

Rize’ye döndükten kısa bir süre sonra çocuğun mide kanaması geçirmesine tanık olduk. Kanser ‘Mide Ülseri’ görünümünde mideye sıçramıştı. Acilen Rize Onkoloji Hastanesine yatırılan Semih’in ağızdan ve aşağıdan kanaması 18 gün durdurulamadı. Bu arada Hastanede bir de ‘Zatürre’ye yakalandı. Bazı endoskopik girişimlerde bulunuldu. Nihayet RTE Üniversitesi Girişimsel Cerrahisi Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Mehmet  Fatih İnecikli bey kasıktan mideye girerek kanama yapan minyonları bağlaması sonrası kanaması dinen Semih Can iki aylık tedavi sonrası evine döndü.

Çocuk korkudan bu iki ay içerisinde ağız yoluyla beslenmeyi bile reddetti. Bazen doktorların ikna çabasıyla ayaktan mama takıyorlardı. Kilo itibarıyla zaten Adana’da 55 kilodan 35 kiloya düşmüştü. Gün geçtikçe eriyordu! Doktorlar canı ne isterse verin, son günlerini en konforlu nasıl yaşata bilirseniz öyle davranın diyorlardı. Canının çektiği ilk şey balık çorbası olmuştu. Bunu takiben pizza, sütlaç ve dondurma ilk sirada geliyordu...

- Semih’in sporla ilgisi ne düzeyde idi?

Semih  BJK takımını tutuyordu. Bu takıma olan sevgisi  çocukluk yıllarından itibaren artarak; Fanatik düzeye ulaşmıştı. Büyük kentlere gittiğinde BJK mağazalarına uğrar kendisinde bulunmayan emojinleri, forma çeşitlerini ve atkıları toplar biriktirirdi. Gardrobunun yarısı BJK ürünler ile doluydu. Giyimi kuşamı, çorabı,tişörtü, eşofmanı, montu ile A’dan Z’ye BJK’lıydı.

İstanbul Memorial’de nakil olduğu zaman odasının kapısına kara kartal figürünü yapıştırtmış yatağının nevresimlerini takım renklerinden oluşturtmuştu. BJK’nın maçlarını izleye bilmek için ilgili kanala mutlaka abone olma imkanını sağlattırırdı. İstanbul’da bulunduğu zaman ve Rizespor’un Süper Ligde oynadığı dönemlerde BJK maçlarını stadyumda izlerdi. Hasta olduğu dönemlerde Adana’da bile BJK maçlarını kaçırmazdı. Tam bir BJK aşığıydı. Onunla yatar onunla kalkardı. Takım galip geldiğinde onun keyfi görülmeye değerdi.

- Hastalığın ‘Terminal’ evresine gelinmesini  anne babası ve siz nasıl karşıladınız?

Biz Amentü’ya inanmış insanlarız.Biz ilk defa İstanbul’a 2010’da gittiğimizde bize ‘bu çocuğun yaşama şansı yüzde bir' demişlerdi.Ama Allah; yedi yıllık bir ömür daha yaşattı.

- Sizce Semih’in hastalığı özümsemek gibi bir tavrı var mıydı ?

Hastalıkla ilgili bir dönem arkadaşı ile mesajlaşırken ‘Benim de kaderim belli oldu’ ifadesini kullanmıştı. Teslimiyetçi bir profil çiziyordu. Hiç yakınmadı. Rabbine çok güzel yakarışlar yapıyordu. Hocalara okunmayı çok seviyordu. Hissettirmeden kendince çare arardı. Tespih ve zikirmatik ile Allah’ı zikrederdi, salavat getirir idi. Peygamberimiz Hz.Muhammed (sav)’a karşı aşırı bir muhabbet içindeydi.

Tedavi amaçlı Bayburt dağlarından toplanan çiçeklerle yapılan bal karışımı ilaçları çok kullandık. Ama hastalık çok hızlı seyrediyordu. Ailesi olarak biz ona hiç bir şeyi esirgemedik. Çocuklarıma hep şunu söyledim: ’Kabre konulan insanı hiç bir maddiyatla geri alamazsın. O zaman biz hastamıza maddiyatı kabre koymadan önce harcayalım.’ Ve nitekim öyle oldu. Semih arzuladığı her şeye zor da olasa mutlaka kavuşurdu. Rabbim bu konuda onun önüne olağanüstü imkanlar çıkartırdı.

- Maneviyatı nasıldı?

Çok inançlıydı. Camilerde yaz dönemi kurslarına katılırdı. Kur’an-i Kerim okumasını, namaz kılmasını bilirdi. Cuma namazlarının müdavimiydi. Göğsü üzerine gelecek şekilde deri kap içinde ‘koruyucu tılsım’ taşırdı. İstanbul’da bulunduğu zaman Sahabe-i Kiram’ın ve Eyüp Sultan Hazretlerinin kabirlerini ziyaret etmeyi severdi.

Mekke imamlarının okuduğu Yasin-i Şerifi çok dinlerdi. Otomobille yolculuk esnasında sürekli ilahi dinlemeyi severdi. İdealinde ailece Ümreye gitmek vardı. Ben de yedi yıldır ümre dönemlerinde hep  üst üste bir aylık iyi gününü bekledim. Ancak bir türlü bu süreyi yakalayamadık. Semih ile ilgili Medine şehrinde vuku bulan bir hatıram var fakat onu şimdilik kamuoyu ile paylaşmak istemiyorum. İleride belki açıklarım.

- Hak’a yürüyüşü nasıl oldu?

Son 15 gündür anne-babasıyla nöbetleşe Semih’i bekliyorduk. Bir gece anne-babası bir gece ben nöbet tutuyordum. Devamlı elinin tutulmasını istiyordu.’Ben elimin tutulmasından manevi güç alıyorum’ diyordu. Son üç ay boyunca belden aşağısını hissetmiyordu.Zaten doktorlar vücut organlarının yavaş yavaş fonksiyonlarını kaybedeceğini söylüyordu. Baba annesine ‘Bana ayaklarımı gösterir misin? Ben felç mi oldum.’ diye soruyordu.

En son günlerinde ‘Dede bana bir şeyler oluyor.’ diye söyleyince biz ‘ilaçlardandır' diyerekten geçiştiriyorduk. Şuuru açıktı. Fakat son zamanlarda beyninde de ‘Ödem’ oluşmaya başladığı için zaman zaman geçmişi unutuyordu. Bir söylediğini defalarca tekrar ediyordu. Parmaklarını, avuç içini, bileğini, dirseğini ve omuz başlarına devamlı masaj yapılmasını istiyordu.

Solunum yetmezliği nedeniyle evde de oksijen makinasından destek alıyor, havalı yatakta yatmasına rağmen ayak, sırt ve poposunda yaralar açılmaya başlıyordu. Günden güne eriyordu. Ayak ve kollarındaki damarlar tamamen çekilmişti. Bir ara Katetel’den verilen mamalar Semih’in vücuttaki şeker oranını tetiklemiş, bu nedenle; şekerini düşürmek için Otomatik şeker düzenleyici cihazına  bağlanmıştı.

Hastalık akciğerleri kapladığı için Semih nefes almakta zorluk çekiyor, yatakta yarı yatar pozisyonda, arkası yastıklarla desteklenerek nefes alması sağlanıyordu.

Biz sona yaklaştığımızı her an hissediyorduk. O na hissettirmiyorduk. Ama sürekli ‘Dede beni oku. Yasin-i Şerifi oku’ diyordu. Geceler boyunca gözünü açtığında beni başucunda görünce mutlu olduğu belli oluyordu. 28 Kasım Salı sabahı 7.30 gibi Sabri aradı. Semih’in bilincinin kapandığını söyledi. Hemen Ambulans ile önce Çayeli Devlet Hastanesine geldik. Burada kalp atışları kontrol altına alındıktan sonra hızlı bir şekilde Rize Araştırma hastanesi Acil servisi üzerinden Onkoloji Palyatif  Bölümü Dr. Teslime hanıma, palyatif bakım servisine naklini gerçekleştirdik.

Doktorlar hastanın beklenilen sona yaklaştığını, dini vecibelerin yapılması gerektiğini belirttiler. Zaten biz hazırlıklıydık. Hemen oksijen desteğiyle birlikte orada tevakufen bulunan Çayeli Hacıbaşı (eski cami) imamı Ali Rıza Şişman hocamız ve biz Kur’an-i Kerim’den süreler ve Yasin-i Şerif’ler okumaya başladık. Kandaki oksijen oranı sürekli düşüyordu. Böylelikle saat 16 gibi son nefesini veren yavrumuz Hak’a yürüdü.

- Sizi çok yorduk fakat defin organizasyonundan da bahs eder misiniz?

Salı günü vefat eden yavrumuzu Çayeli sahil camiine getirerek belediye gasilhanesinde bizim gözetimimizde yıkanması ve kefenlenmesi sağlandı. Mevtanın naaşı tabuta konulmasının ardından Sırt köyündeki evimize çıkıldı. Burada taziyeler kabul edildi. Ertesi günü  merhumun naaşı Çayeli Sahil Camii Musallasına getirilerek taziyeler kabul edildi. Öğle namazı sonrası cenaze namazı kılındı. Namazı kıldırma fikri bende iki ay önce uyandı. Bu nedenle İmametlikte asaletim 1978  yılında tasdik edildiğinden Cenaze namazını kıldırmak istediğimi o dönemden talebem olan Arif Yaman Hoca’ya söyledim.O da ‘Olur hocam’ deyince Semih’in cenaze namazını kıldırmak da bize nasip oldu.

- Cenaze Namazına katılan  ve taziyeye gelenlerle ilgili bizimle paylaşa bileceğiniz kamuoyunun tanıdığı akla gelen ilk simalar kimlerdir.

Bendeniz cemaatın ön safında yer aldığımdan cenaze namazına katılanların bir kısmını göremedim. Her katılan bizim için değerlidir. Namaz öncesi, namaz sonrası, defin esnasında ve defin sonrası köydeki evimizde üç gün ard arda yapılan 'Kur’an Hatmi' etkinliklerine yüzlerce insan katıldı. Hepsine ayrı ayrı müteşekkirim. Ailem adına teşekkür ediyorum. Acımızı paylaştılar. Allah (cc) onlara ecir versin.

Cenazemize mazeretleri dolayısıyla katılamayıp telefon ve sosyal medya yolu ile taziyede bulunanlar da oldu. Hepsine Rab’bimden hayırlı ameller ile uzun ömürler diliyorum.

İlk önce kadim dostum, zor günler arkadaşım TBMM Rize Millet Vekili Hasan Karal ve Hikmet Ayar’a, AKP istanbul İl Başkanı Selim Temurci beye, Çayeli Kaymakamı Oğuz Şenlik’e, Çayeli Belediye Başkanı Dr.Atilla Esmen’e, Eski Belediye başkanımız Rıza Çakır’a, Çekmeköy Belediye Sosyal İşler Başkanı Muhammet Sarı’ya, Büyükköy ve Madenli Belde Belediye Başkanlarına ve belediye encümenlerine, AKP ve MHP ilçe Başkanlarına ve Yönetim Kurulu Üyelerine, il encümenlerine, Rizespor Antrenörü İbrahim Üzülmezer'e ve yardımcısına ,Rize il Müftü Yardımcısı Ali Çakmak beye, Ensar Vakfı Rize il Başkan ve Yönetim Kurulu Üyelerine, Rize Araştırma Hastanesi Müdürüne, Doktor ve Hemşirelerine, Onkoloji Bölümü Palyatif kat doktoru ve hemşirelerine, Çayeli ve Rize Acil Servislerindeki doktorlara, Çayeli İshakoğlu Devlet Hastanesi Başhekimine, TFF Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Baltacı’ya ,BJK Spor Camiasına, ÇAYDOSK gibi STK’lara, Çayeli esnafına, Öğretmenleri ve Okul arkadaşlarına, Fotoğrafçılara, Basın Mensuplarına, İstanbul, Ankara, Adana, Samsun gibi illerden cenazeye bizzat katılarak acımızı paylaşan, Semih Can’ımızın ebediyete uğurlanması merasimlerine iştirak eden tüm arkadaş, dost ile  cemaat olma sevabı kazanan gönüldaşlarıma teşekkür ediyorum.

 

Öte yandan Beşiktaş taraftarı Beşiktaş-Galatasaray maçı'nda Semih Can'ı unutmayarak pankart açtı. İşte o görüntüler.

Editör: HABER MERKEZİ