Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Doğu ve Güneydoğu Anadolu gezisinin ilk gününde Van’ı ikinci gününde ise Hakkâri yi ziyaret etti. Televizyonlardan gördüğümüz kadarıyla kendisine karşı yoğun bir ilgi vardı. Bu ilginin sebebi insanların onu kendi Cumhurbaşkanları olarak görmeleri ve onun Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk yurtiçi gezisini kendilerine yapmış olmasına karşı duymuş oldukları şükran hissiydi. Sayın Abdullah Gül bu yoğun ilgiden olsa gerek Hakkâri-Yüksekova’da halka hitap etme gereği duydu. Onlara hitaben: “Birliğimizi ve aramızdaki kardeşlik duygularını pekiştirdiğimiz müddetçe her şey çok daha iyi olacaktır. Bundan emin olun. Devletimizin bütün imkânları sizlerin hizmetindedir. Yeter ki kardeşlik duyguları içinde birbirimizi sevelim, kucaklayalım ve devletimize sahip çıkalım. O zaman göreceksiniz yılların ihmalleri de kısa süre içerisinde gidecek. Hizmetler en iyi şekilde hak ettiğiniz şekilde ayağınıza gelecektir” şeklinde konuştu.

Bu konuşmada yılların ihmali kelimesi zihinlerde birçok çağrışımlara neden oluyor. İhmal kelimesi sözlük anlamı olarak üzerine düşen bir sorumluluğun gereğini bilerek veya bilmeyerek yerine getirmemek manasına gelir. Bu itibarla bu konuşmadan devletin bölgeye karşı var olan sorumluluklarını bilerek veya bilmeyerek ama sonuçta yerine getirmediği manası çıkıyor. Bunu çok haksız bir yargı olarak nitelendiriyoruz. Zira Doğu ve Güneydoğu Bölgesinin geri kalmışlığının bütün faturasını devlete ve onu yöneten geçmiş iktidarlara mal etmek onlara karşı adaletsiz davranmak olur. Tarihi kaynaklarla da sabittir ki bu bölge ortaçağ boyunca Anadolu’nun en gelişmiş bölgelerinde biri olmasına rağmen (baknz. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri tarihi)Yeniçağda Safeviler devletinin İran’da kurulmasından sonra Osmanlılarla yaşanan şii-Sünni rekabetinin yaşandığı yer olması münasebetiyle savaş bölgesine dönüşmüş sonraki dönemlerde ise İpek yolunun önemini yitirmesine paralel şekilde diğer Anadolu şerhleri gibi fakirleşmeye başlamıştır. 

Burada var olan din eksenli tarikat ilişkileri, aşiret düzeni ve dışa kapalı feodal yapı bu fakirleşmeyi hem beslemiş hem de Anadolu’nun diğer bölgelerine ortaya çıkan girişimci orta sınıfın burada ortaya çıkarak güçlenmesini engellemiştir. Bu bölgenin bir diğer dezavantajı ise özellikle 19 ve 20 yüzyıllarda Kuzey Irakta bulunan ve çıkarılmaya başlanan petrol rezervlerine yakınlığıdır. Bu durum bu bölgenin petrole yoğun biçimde ihtiyaç duyan emperyalist devletlerin ilgi alanına girmesine sebep olmuştur. Bu devletler ise petrol kaynaklarının güvenliğini sağlamak ve buradaki konumlarına yönelmesi muhtemel tehditleri bertaraf etmek için ona komşu olan bölgeleri istikrarsızlaştırmaya özen göstermişlerdir.  

Cumhuriyetin ilanından sonra mevcut hükümetler bu bölgenin geri kalmışlığa mahkûm edilen kaderini değiştirmek için birçok atılımlar yapmışlar, mesela toprak reformu yasasını çıkarmışlar, GAP projesini uygulamaya koymuşlar, bölgeye yatırım yapmak isteyen müteşebbislere yatırım indirimi ve vergi kolaylıkları sağlamışlar, bölge insanının eğitim yoluyla topluma entegrasyonu için Yatılı Bölge Okulları, Pansiyonlu İlköğretim Okulları, Çok Programlı Liseler gibi birçok tedbiri uygulamaktan geri durmamışlardır. Sağlık, bayındırlık ve kamu yatırımlarından bölge azami ölçüde yararlandırılmaya çalışılmıştır.  

Ancak bölgede hüküm süren ayrılıkçı etnik terörün sebep olduğu olağan üstü hal koşulları ve bunun getirdiği kısıtlamalar hizmetlerde aksamalara hatta zaman zaman bölge insanında yakınmalara sebep olmuştur. Yakın zamana kadar basılan şantiyeler, yakılan iş makineleri, kaçırılan işçiler hatta kurşunlanarak öldürülen öğretmenler ve kundaklanan okul haberleri basında kendisine yer bulabiliyordu. Bu durum öğretmen, doktor, ebe, hemşire, teknisyen, mühendis gibi kamu görevlilerinin bölgeye soğuk yaklaşmasına hatta bir yolunu bulup başka bir yere gitmek istemesine sebep olmuştur.  

Bu itibarla devletin bölgeyle ilgilenmediği önermesi irdelenmesi gereken izaha muhtaç bir önermedir. Doğrusu devletin burayla ilgilenmediği değil ilgilenemediği veya ilgilenmesine müsaade edilmediği şeklindeki önermedir. İnsan bu noktada sormadan edemiyor: Diyarbakır’da yaşayan bir vatandaşımız İstanbul’da yaşayan bir vatandaşımızın sahip olduğu hangi haklara sahip değildir? Isparta ve ya Burdur kentleri, Hakkâri veya Şırnak kentlerimizin sahip olmadığı hangi ayrıcalıklara sahiptir? Bu bölgede yaşayan insanları temsil iddiasında olan siyasi partiler diğer partilerden hangi farklı hükümlere tabidirler? Bölücü örgütle arasına sınır çizemeyen bir siyasi partinin seçmen tabanı nerde yaşıyor? Dahası dünyanın neresinde ayrılıkçı etnik terörün hüküm sürdüğü bir bölgede sıkı güvenlik tedbirleri uygulanmıyor? Yine gelişmiş büyük şehirler bu gelişmelerini ne ölçüde devletin kamu yatırımlarına borçludurlar, özel sektör ve yabancı yatırımcıların bu gelişmede hiç mi payı yoktur? Burada devletin yıllar boyu kendilerini ihmal ettikleri iddiasındaki kişiler eşitlik temelinde hak mı istiyorlar yoksa mağdur edebiyatı ile ayrıcalık mı?  

Cumhurbaşkanı herkes gibi bizimde cumhurbaşkanımızdır, her Türk vatandaşı gibi bizde ona büyük saygı duyuyoruz. Ancak onun her konuşmasında belirttiği hususlara katılmıyoruz. Tıpkı yukarıdaki konuşmasında olduğu gibi















 

Editör: HABER MERKEZİ