12 Eylül 1980 de Türk Silahlı Kuvvetleri Anayasal düzeni korumak adına emir komuta zinciri içinde hareket ederek yönetime el koydu seçilmiş iktidarı görevden uzaklaştırdı. Genelkurmay Başkanı orgeneral Kenan Evren ve kara, deniz, hava kuvvetleri komutanlarıyla jandarma komutanından oluşan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri yaptıkları eylemi radyodan okunan bir bildiri ile halka duyurdular. Onlar bu durumu:

“İç Hizmet Yasasının verdiği Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak görevini yüce Türk milleti adına emir komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararı almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.” şeklinde ifade ettiler.

Bu ordumuzun halk tarafından seçilmiş iktidarı 27 Mayıs 1960 ihtilalından sonra ikinci kez yönetimden uzaklaştırmasıydı.(12 Mart muhtırasını da sayarsak üçüncü kez)Yalnız onu 27 Mayıs! 960 darbesinden ayrı kılan bu özellik vardı. O da diğerinin bir grup subayın girişimiyle yapılmasına karşılık bunun topyekûn ordunun birlikte hareket etmesiyle yapılmış olmasıydı. Neticede ikisi de ülkemize fayda değil zarar getirdiler.12 Eylül darbesinin hemen ardından bütün siyasi partiler kapatılırken, başbakan Süleyman Demirel ve Ana muhalefet partisi lideri Bülent Ecevit makamlarından alınarak askeri tesislerde yaşamaya mecbur tutuldular. Ardından siyasi faaliyette bulunma hakları ellerinden alınarak yasaklı ilan edildiler. Sendika liderleri gözaltına alınırken gözaltı süresi doksan güne çıkarıldı. İşkence sistemleşti, insan hakları ihlalleri yaygınlaştı.19 ilde sıkıyönetim ilan edilirken Mamak, Gayrettepe, Metris ve Diyarbakır cezaevleri buraya alınanlara karşı sergilenen kötü muamelelerle isminden çokça bahsettirmeye başladı. Ebu Gureybin Türkiye versiyonu Diyarbakır cezaevinde insanlar etnik kimliklerinden dolayı aşağılandılar. Basına sansür getirildi, hatta gazeteler 300 gün yayım yapamadılar. Darbeciler Danışma Meclisi adıyla yeni bir kurul oluşturarak 1982 Anayasasını hazırlattılar, buraya koydukları geçici 15.maddeyle kendilerine ve yaptıklarına dokunulmazlık zırhı giydirdiler.Darbe yaptıktan sonra ülkeyi yönetmenin hatta bunda başarısız olup hoşnutsuzluğa neden olmadan geri çekilmenin daha zor olduğunu anladıklarından ülkeyi 1983 de yapılan seçimlerle sivil idareye teslim ettiler.Ancak anayasadaki konumlarını güçlendirerek Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla sivil idare üzerinde denetim imkânı oluşturdular.Yasal ve anayasal düzenlemelerle rejim üzerinde 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle oluşturdukları askeri vesayet düzenini sağlamlaştırdılar
Artık günümüz Türkiye’sinde 12 Eylül darbesinin rakamsal bilançosunu çıkarabiliyoruz.Cumhuriyet gazetesinin 12 Eylül 2000 tarihli sayısında darbeyle ilgili net bir bilanço yayımlanmıştır. Buna göre darbenin yapılıp sivil yönetime geçildiği 1983 e kadar olan dönemde 650 bin kişi gözaltına alınmış,1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş,517 kişi idam cezasına çarptırılmış(ancak 50 si infaz edilmiş)30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atılmış,14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış,23 bin 677 derneğin faaliyeti durdurulmuş, cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirmiş,171 kişinin işkenceden öldüğü belgelenmiş,39 ton gazete ve dergi imha edilmiş, gazetecilere toplam 3 bin yıl 315 gün hapis cezası verilmiştir. Bu kadar yıkıcı etkileri olan 12 Eylül darbesinin gerekçesi neydi? Yani ne oldu da bu darbe yapıldı? Buna Milli güvenlik Konseyi bir nolu kararnamesinde, ülkede yaygınlaşan bireysel ve kitlesel terör, her geçen gün tırmanan sağ-sol, alevi-Sünni gerginliği, TBMM’nin cumhurbaşkanını bir türlü seçememesi,6 Eylül 1980 de bir siyasi parti liderinin Konya’da yaptığı ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma olarak nitelendirdiği yürüyüş şeklinde cevap veriyor. Gerekçesi hangi yüce amaç ya da yüksek çıkar olursa olsun bunun demokratik yaşamı kesintiye uğrattığı, o güne kadar ki oluşan siyasi yaşam pratiğine zarar vererek toplumu apolitik hale getirdiği, bugünkü Susurluk ve Şemdinli benzeri yapılanmalara sebebiyet verdiği, hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırdığı, dahası otoriter-total anlayışı ön plana çıkararak muktedir olamayan iktidarlara neden olduğu ve yönetemeyen demokrasiye yol açtığı, ayrılıkçı etnik terörü azdırdığı, dış siyasette - Yunanistan’ın Natoya dönmesi gibi-birçok fırsatın kaçırılmasına sebebiyet verdiği bu gün geldiğimiz noktada inkâr edilemeyen gerçeklerdir. Burada unutulmaması gereken husus darbelerin hiçbir zaman sorunu çözemediğidir. Zira darbe bir çözüm aracı değil sorunun nedeni hatta ve hatta çözümsüzlüğün ta kendisidir. Kendilerine yasaklılık getirilen siyasi parti liderleri daha sonra iktidara gelirken bir tanesi cumhurbaşkanı bile seçildi. Sendikalar yine faaliyetlerine devam ediyorlar, işten atılan memurların birçoğu açtıkları davaları kazanarak darbe sonrası işlerine yeniden geri döndüler. Atlanmaması gereken bir detay da darbeler iletişim dili olarak şiddet ve baskıyı ön plana çıkardıklarından sorunların sadece üzerini örterler, onu bir süreliğine dondururlar, sesini kısarlar, bakışlardan saklarlar ama hiçbir zaman tam manasıyla çözüme kavuşturamazlar. Zira darbe yapan generallerin yetişme tarzları buna imkân vermez. Onlar hayatı tekdüze gören askeri mantıkları ve insanları siyah –beyaz(düşman-dost) olarak kategorize eden algıları ile hayatı bütün yönleriyle kavrayamazlar. Toplumu koruyucusu oldukları ideolojik kalıplara sokmaya çalışırlar. Görevlerinin yapısı gereği statükocu olduklarından dünyadaki hızlı değişimi farketmekte güçlük çekerler.
Bu itibarla darbenin iyisi kötüsü, doğrusu yanlışı ya da sağcısı solcusu olmaz. Benim darbem faydalı senin darben zararlıdır anlayışı artık terk edilmelidir. Bağlı olduğu sivil idareyi alaşağı eden sonra insanların en temel hak ve hürriyetlerini gasp eden her darbe rengi ne olursa olsun gayri meşrudur ve dünyanın her yerinde aynı şekilde kötüdür bu yüzden lanetlenmeyi de fazlasıyla hak eder. Çünkü hiçbir hukuk ve yasa tanımayan, gelenek ve ahlak dışı bu zorba eylemlerin mağdur ettiği insanlar bizim arkadaşlarımız, akrabalarımız, yakınlarımız, dostlarımız, oy verdiklerimiz,-belki beğendiklerimiz-soydaşlarımız ya da aynı gezegende birlikte yaşadığımız hemcinslerimizdir. Onlarla iç içe aynı dünyayı paylaştığımızdan onları olumlu ya da olumsuz etkileyen her şey bir biçimde bizi de etkiliyor
Editör: HABER MERKEZİ